Tess: Viktorya Döneminin Çifte Standartları ve Hardy'nin İçsel Çatışması
Doğa, bir bireyin iç dünyasını yansıtıp kaderini şekillendirdiğinde, o birey toplumun acımasız yargıları karşısında dirençsiz kalır. Tess of the d'Urbervilles (Tess) romanı; ataerkil bir toplumu yansıtmak adına, dönemi doğadan modernleşmeye geçiş çağı olarak betimler. Bu bağlamda, kadınlar doğayı temsil ederken, makineler ve üst sınıf erkekler ise moderniteyi ve sanayileşmeyi simgeler. Viktorya döneminin en ünlü toplum eleştirmenlerinden biri olan Thomas Hardy, romanında doğayı, insan hayatında yaşanan olayların bir yansıması olarak kullanır ve mevsimlerin değişimiyle bu olayları ustalıkla okuyucuya aktarır. İnsanın kaderi, geçmişteki atalarının hatalarıyla cezalandırılmamalıdır. Belki de Hardy, Tess’i doğanın bir kurbanı olarak yansıtmış olabilir; çünkü hikâyesi mutlu bir başlangıç yaparken, yaşanan olaylar onu trajik bir sona sürükler.
Bu eser, dönemin toplumundaki çifte standartları gözler önüne seren en etkileyici romanlardan biridir. Bu vurguyla, kitapta yer alan 'Angel' adlı karakter üzerinden, Viktorya dönemi insanlarının—diğer bir deyişle dönemin ahlak bekçilerinin—çifte standartlarını açıkça gözler önüne serebiliriz. Angel, Tess’i geçmişiyle yargılarken, kendi Londra’daki ilişkisinin hatasını göz ardı eder. Bu durum, ataerkil bir toplumun kendilerini günahsız gibi yansıtırken, kadınların başından geçmiş bir olayı suç olarak görüp ahlaki açıdan Tess’i yargılamasının ne kadar gülünç olduğunu ortaya koyar. Fikrimce, yazar Angel karakteri üzerinden toplumun ve kilise figürlerinin ikiyüzlülüğünü eleştirir; daha açık bir ifadeyle, kendi geçmişlerini gizleyenler, başkalarının hatalarını kınamaktan çekinmezler.
Romanın ünlü olmasının sebeplerinden biri, yazarın paganizm ile Hristiyanlık arasında yaşadığı ikilemi yansıtmasıdır. Yazar, geçmişi pagan figürleriyle simgelerken, aynı zamanda Hristiyanlığa karşı bir iç çatışma içinde şüphecilik kavramını da işler. Bu bağlamda, kitabın başlarında Tess bir kutlamaya katılır ve beyaz kıyafetleriyle kızlarla beraber 'Mayıs Günü' kutlarlar. Mayıs Günü kutlamaları (May-Day) olarak bilinen bir pagan kutlama törenidir. Mayıs Günü'nde çiçekler açar ve bu da yaklaşık bir ay sürer. Romanda kızların giymiş olduğu beyaz elbiseler ve Mayıs Günü ise doğa ile masumiyetin bağlantısını vurgular. Bu durumda, Tess’in başlangıçtaki masumiyetini ve doğayla olan uyumunu simgeler. Öte yandan Hıristiyanlığı ele alırsak, yazar Hardy, tüm karakterler üzerinden Hıristiyanlığı sorgular. Angel ve Tess karakterleri, inanç belirsizliği ile kendi iç çatışmalarını yansıtır. Bay Clare (Angel’in babası) saygın bir din adamı ve saygı duyulur bir karakterdir ancak oğlu ile yaşadığı fikir çatışması, onu diğer oğulları gibi yetiştirmediği için üzüntü ve pişmanlık duyar. Bu da bize şunu vurgular: Kilisenin veya toplumun geleneksel eğitiminden kaçan bireyi, kendi inançlarıyla doğru yola getirmeye çalışmak. Kitabın sonlarına doğru Alec’in sözde dini değişim yaşadığı görülür, ancak bu değişimi yazar, Tess’in görüşüyle yansıtarak samimi bulmaz ve inanmıyor çünkü avcı avını geri almaya çalışırken dini kullanıp kendini affettirmeye çalışmaktadır. Tess ona inanmadığında, Alec bu yöntemi bırakır ve değişimin sebebini Tess’in yüzünden olduğunu öne sürerek Tess’i suçlar. Sonuç olarak, her iki kavramı karşılaştırdığımızda, kitabın sonlarında Tess, Stonehenge'in sunağında yatarak paganizmin doğanın kurbanını temsil ettiği gibi, masumiyet ve fedakarlık da Hıristiyanlık figürünü simgeler.
Özetle, Thomas Hardy, Viktorya döneminin meşhur ahlaki ikilemlerini eleştirerek toplumun nasıl yozlaştığını vurgular. Masum bir kızın başına gelen felakette, Alec’i değil de çok acımasızca Tess’i suçlamaları, toplumun ataerkil bir yapıya sahip olduğunu kanıtlar. Tess, kendi kaderinde kendini suçlar, ailesinin gelir kaynağı olan atın ölümünü suçluluk olarak kabul eder, geçim derdine düşer ve tüm bunlara karşı gösterdiği fedakarlık sonucunda toplumun acımasız yargısıyla trajik bir ölümle sonlanır.
Yorumlar